Ledün İlmi
17 Eylül 2010 Cuma
Peygamberlerdeki ledün ilminden örnekler
Sayın Adnan Oktar'ın 9 Nisan 2010 Tarihli Kocaeli TV Röportajından
SUNUCU: Peygamberlerin Ledün ilminden bahsetmiştiniz. Örnek verebilir misiniz, birkaç Peygamberden?
ADNAN OKTAR: En açık Hz. İbrahim (as)’ın uygulaması var, Hz. Yusuf (as)’ın uygulaması var. Mesela, Hz. İbrahim (as) diyor; göğe bakıyor yıldızlara. Nücüm ilmi haramdır, zaten öyle bir şey yapmaz. Sanki böyle yıldızlardan bir mana çıkarıyormuş gibi göstertiyor kendisini. İnandığı için değil, onları etkilemek için öyle yapıyor. “Ben deliyim” diyor arkasından, “yıldızlara baktım” diyor, “ben hastayım” diyor, “ben hastayım” diyor. Hastayım deyince etrafından kaçıyorlar. Yani tabii muhtemelen ona benzer, çünkü kaçmaları ya mikrobik bir hastalığı bahane ediyor veyahut işte o tarz bir şey de demiş olabilir ama etrafından kaçıyorlar. Mühim olan bu, yani yıldızlara bakıp arkasından diyor, “ben hastayım”. Mesela bu bir Ledün ilmidir, hasta da değil, sapasağlam. Bu bir Ledün ilmidir, kaçmaları. Mesela büyük putu kırmaması Ledün ilmidir, büyük putu tutuyor ve ona saygıda kusur etmiyor. Hatta diyor, “o güç sahibidir” diyor, o put. “Diğer putları kıracak güçte” diyor, “bak baltayı da boynuna asıyor, öyle bir put ki o, diğer şeyleri kırar” diyor, “kıracak güçte” diyor. Ona da inanmıyor, inandığı için söylemiyor. Mesela bu da bir Ledün ilmidir, inşaAllah. Hz. İbrahim (as)’ın yaptığı şeyler, Allah affetsin tabii ben onun adına bir şey, şu hastalık, bu hastalık dedi diyemem veyahut akıl hastasıydım dedi diyemem, tabii onu bilmiyorum fakat bir hastalık söylüyor. Ama benim tahminim yani ona benzer bir şey demiş olabilir, bir şey söylemiş olabilir. Çünkü kaçmaları onu gösteriyor. Veba diyemez, çünkü alameti olur vebanın, muhtemelen ona benzer bir şey söylemiş olabilir. Cahil adamlar belli ki kaçıyorlar. Bunların uygulamalarını Peygamberimiz (sav)’de de görüyoruz. Peygamberimiz (sav)’de de var fakat en çok Allah uygular. Asıl uygulayıcısı Allah’tır. Allah, Peygamberlerinde tecelli etmiş oluyor. Mesela trafik kazasında araba çarptı öldürdü derler insan için, araba çarpıp öldürmez. Fakat en çok Allah uygular. Asıl uygulayıcısı Allah’tır. Allah Peygamberlerinde tecelli etmiş oluyor. Mesela trafik kazasında araba çarptı öldü derler insan için. Halbuki araba çarpıp öldürmez. Azrail (as) aldı canını diyorlar. Biz de öyle inanıyoruz. Zaten Allah diyor Azrail (as) aldı diyor. Azrail (as) da almaz. Mesela bu Ledün ilmidir. Allah alır. Allah kazayı sebep eder. İkinci aşamada da Azrail (as)’ı sebep eder. Halbuki canı alan doğrudan Kendisidir.
SUNUCU: Peki Hocam, Hz. Yusuf (as)’ın kardeşlerinin buğdaylarının içine altın tas koyması da buna benzeyebilir mi?
ADNAN OKTAR: Evet. Olabilir.
SUNUCU: Aklıma o geldi de şimdi.
ADNAN OKTAR: Evet o da Ledün ilmi. Hukukta bir teknik uyguluyor. Yani hukuki bir teknik uyguluyor.
SUNUCU: O zaman Ledün ilmi, alenen bir mucize değil de bir hikmet aranması gereken bir şey.
ADNAN OKTAR: Evet hikmet aranması gerekiyor. Akıl gerektiren. Tabii onu da Allah yaratıyor, vahiy ile hareket ediyor yine ama Müslümanların ne kadar zeki ne kadar yaman olduklarını gösteriyor. Saf Müslüman tipi yok Kuran’da. Çok yaman Müslüman görünümü var. Hz. Süleyman (as)’da da bunu görüyoruz. Hz. Yusuf (as)’da da bunu görüyoruz, Hz. İbrahim (as)’de de bunu görüyoruz. Bir hırka, bir lokma ekmek, köşesine çekilmiş, böyle gariban ezik bir Müslüman tipi yok. Son derece zeki, son derece akıllı, yaman tuttuğunu koparan güçlü Müslüman görünümü var.
16 Eylül 2010 Perşembe
Kuran'da Geçen Bir İlim: İlm-i Ledün
Hızır Aleyhisselam, Allah'ın seçtiği ilim sahibi bir elçi ve Kuran'da bahsedilen Musa Peygamberin öğretmeni olarak bilinir. Allah'ın kendisine insan şeklinde görünmek ve kıyamete kadar yardım isteyen Müslümanlara yardım etmek, onlarla konuşmak, onlara ilim öğretmek özellikleri verildiğine inanılmaktadır. Ayrıca ölümsüz olduğu ve her devirde insanların yardımına koştuğuna inanıldığından Hızır Aleyhisselam için Arapça'da "yaşayan peygamber" ifadesi kullanılmaktadır. Hızır Aleyhisselam İslam geleneklerinde; kendisine üstün bir akıl ve "ebedi hayat" ödülü verilen, Allah'ın Kendi bilgisinden bağışladığı, bilinmeyen hizmetli olarak tanıtılmaktadır.
Hızır Aleyhisselam, Hz. Musa döneminde bulunan ve kimi alimlere göre peygamber olması kuvvetle muhtemel, hikmet ve ilim sahibi bir kişidir. Kuran-ı Kerim'de, Hızır isminden açıkça bahsedilmez. Ancak Kehf Suresi'nin 60 ve 82'inci ayetleri arasında yer alan Hz. Musa ile ilgili kıssada, "Katımız'dan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve Tarafımız'dan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kul..." (Kehf Suresi, 65) ifadesi yer alır. Bu kıssada bahsedilen şahsın, Peygamberimiz (sav)'den ulaşan sahih hadisler ile Hızır Aleyhisselam olduğu kabul edilmektedir. Hızır Aleyhisselam Allah'ın, "ledün ilmi" olarak bilinen özel bir ilimle desteklediği, Hz. Musa'yı eğitmekle görevlendirilmiş bir kimse olarak tanınır. Bu ilim "hakikat ilmi" olarak bilinir ve kamil iman sahibi bir kimsenin alameti sayılır.
Hz. Hızır'ın sahip olduğu ledün ilmine örnek olarak, Kuran'da Kehf Suresinde geçen kıssa verilebilir. Allah, bu kıssada Hz. Musa'nın Hızır Aleyhisselam olduğu tahmin edilen bilge bir kişi ile görüşmesini ve kendisi peygamber olduğu halde Hz. Hızır olarak bilinen ilim sahibi kişiye tabi olmasını bildirmektedir. Bu tabiyeti de, Hızır Aleyhisselam'ın özel bir ilme sahip olduğunu işaret etmektedir. Allah bu gerçeği Hz. Musa'nın kalbine ilham etmiş, ona bildirmiştir. (Kuşkusuz en doğrusunu Allah bilir.)
Ayrıca kıssada haber verildiği üzere, Hızır Aleyhisselam'ın yaptığı iyilikler için hiçbir karşılık beklememesi de tüm yaptıklarını Allah için yaptığının bir göstergesidir.
20. yüzyılın büyük İslam alimlerinden Bediüzzaman Said-i Nursi, Hızır Aleyhisselam ile ilgili soruları şöyle cevaplamaktadır:
"Birinci Sual: Hazret-i Hızır Aleyhisselam hayatta mıdır? Hayatta ise niçin bazı mühim ulema hayatını kabul etmiyorlar?
Elcevap: Hayattadır, fakat meratib-i hayat beştir. O, ikinci mertebededir. Bu sebebden bazı ulema hayatından şüphe etmişler.
Birinci Tabaka-i Hayat: Bizim hayatımızdır ki, çok kayıdlarla mukayyeddir.
İkinci Tabaka-i Hayat: ...Yani bir vakitte pek çok yerlerde bulunabilirler. Bizim gibi beşeriyet levazımatıyla daimi mukayyed (sınırlı, sonlu) değillerdir. Bazan istedikleri vakit bizim gibi yerler, içerler; fakat bizim gibi mecbur değillerdir... makamat-ı velayette bir makam vardır ki, "Makam-ı Hızır" tabir edilir. O makama gelen bir veli, Hızır'dan ders alır ve Hızır ile görüşür...
Günümüz Kuran tefsircilerinden Prof. Süleyman Ateş de bu konu hakkındaki görüşlerini şöyle bildirmektedir
"Hızır'ın bir gerçeği vardır... misal aleminde bulunan, zaman zaman bazı insanlara görünen ruhsal bir insandır."
Zamanda Dolaşma ve Zamansızlık Gerçeği
Birçok islam alimi Hz. Hızır'ın zaman içinde dolaştığı, farklı zamanlarda görüldüğü yönünde kanaat belirtmişlerdir. Bu düşünce, zamanın göreceliliği ile paralel bir durum göstermektedir.
Çünkü; Allah zamanı bir algı olarak yaratmıştır. Zaman dediğimiz algı, aslında bir anı bir başka anla kıyaslama yöntemidir. Bunu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz. Bir cisme vurduğumuzda bundan belirli bir ses çıkar. Aynı cisme beş dakika sonra vurduğumuzda yine bir ses çıkar. Kişi, birinci ses ile ikinci ses arasında bir süre olduğunu düşünür ve bu süreye "zaman" der. Oysa ikinci sesi duyduğu anda, birinci ses sadece zihnindeki bir hayalden ibarettir. Sadece hafızasında var olan bir bilgidir. Kişi, hafızasında olanı, yaşamakta olduğu anla kıyaslayarak zaman algısını elde eder. Eğer bu kıyas olmasa, zaman algısı da olmayacaktır.
Zaman, beyinde saklanan birtakım hayaller arasında kıyas yapılmasıyla var olmaktadır. Eğer bir insanın hafızası olmasa, beyni bu tür yorumlar yapamaz ve dolayısıyla zaman algısı da oluşmaz. Bir insanın "ben otuz yaşındayım" demesinin nedeni, beyninde söz konusu otuz yıla ait bazı bilgilerin biriktirilmiş olmasıdır. Eğer hafızası olmasa, ardında böyle bir zaman dilimi olduğunu düşünmeyecek, sadece yaşadığı tek bir "an" ile muhatap olacaktır ki bu nokta çok önemlidir.
Zamanın göreceliği, bilimsel yöntemle de ortaya konulmuş somut bir gerçektir. Einstein'ın Genel Görecelik Kuramı göstermektedir ki zamanın hızı, bir cismin hızına ve çekim merkezine olan uzaklığına göre değişmektedir. Hız arttıkça zaman kısalmakta, sıkışmakta; daha ağır daha yavaş işleyerek sanki "durma" noktasına yaklaşmaktadır. (Harun Yahya, Zamansızlık ve Kader Gerçeği, 2.b., İstanbul: Global Yayıncılık, Ekim 2001)
Zamanın göreceliliğini anlatan bu açıklamalar aynı zamanda Hz. Hızır'ın çeşitli zamanlarda gözükmesine de açıklık getirmektedir.
Ayrıca modern bilimin pek çok bulgusunun bize gösterdiği sonuç, zamanın mutlak bir gerçek değil, göreceli bir algı oluşudur. Ayrıca 20. yüzyıla dek bilimin farkında olmadığı bu gerçek, bundan 14 asır önce indirilmiş olan Kuran'da bildirilmiştir. Modern bilim tarafından doğrulanan zamanın psikolojik bir algı olduğu, yaşanan olaya, mekana ve şartlara göre farklı algılanabildiği gerçeğini pek çok Kuran ayetinde görmek mümkündür. Örneğin bir insanın bütün hayatı, Kuran'da bildirildiğine göre çok kısa bir süredir:
"Dedi ki: Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor." Dedi ki: "Yalnızca az (zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz." (Müminun Suresi, 112-114)
"...Gerçekten, senin Rabbinin Katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir." (Hac Suresi, 47)
Bu ayetler, zamanın izafiyetinin çok açık birer ifadesidir. Bilim tarafından 20. yüzyılda ulaşılan bu sonucun bundan 1400 yıl önce Kuran'da bildirilmiş olması ise, elbette, Kuran'ın zamanı ve mekanı tümüyle sarıp kuşatan Allah'ın vahyi olduğunun bir delilidir.
Hz. Hızır'ın Farklı Bir Yönü
Hz. Hızır hakkında İslam alimlerinin görüşlerinin yanında, önemli başka görevleri olabileceğine de dikkat çekilmektedir. Hızır kıssasından hemen önceki ayete baktığımızda oldukça önemli bir konunu haber verilmiş olduğunu görürüz. Hz. Hızır kıssasından hemen önceki Kehf Suresinin 59. ayeti şöyledir: "İşte ülkeler (ve onların halkları), zulmettikleri zaman onları yıkıma uğrattık; ve yıkımları için bir buluşma zamanı tesbit ettik." (Kehf Suresi, 59)
Ayette zulmeden kavimlerin yıkımlarına işaret edilmektedir. Hızır kıssasından hemen önce devletlerin yıkımlarına dikkat çekilmiş olması, Hızır Aleyhisselam'ın devletlerin yıkılış ve kuruluşları gibi önemli olaylarda hazır bulunduğuna işaret ediyor olabilir. Konu ile ilgili ayetlere ve İslam alimlerin açıklamalarına bakıldığında Hızır Aleyhisselam'ın çeşitli uygulamalarında, devletin geri planını temsil eden bir yönü olduğu anlaşılmaktadır. Örneğin Hızır kıssasında geçen Hızır Aleyhisselam'ın meydana gelecek bir fitnenin ortadan kaldırılmasına yönelik önlemler alması, insanların karşı atağını önceden bilmesi, uygulanacak tedbirler konusunda bilgi sahibi olması, bunları şaşırtıcı olmalarına rağmen uygulaması, onun idareci yönünü göstermektedir. Nitekim devlet yönetimindeki kişiler bazen ilk planda halkın anlamayacağı, ancak hikmeti açıklandığında kabul edilebilecek tedbirler alırlar.
Bunun yanı sıra Hızır Aleyhisselam'ın kıssasında açıklanan hareketleri örneğin, yıkılacak bir duvarı inşa etmesi ya da gemiyi delmek üzere hamle tespiti yapması da devlet idarecilerine has özelliklerdendir. Her olayda, sonraki hamleleri belirlemesi, bir satranç oyununda olduğu gibi strateji yürütmesi de bu önemli vasfını ortaya çıkarmaktadır.
Bu bakımdan Hızır Aleyhisselam, devlet idaresini insanlara öğreten mürşid konumunda olabilir. Hızır Aleyhisselam'ın olacak olan olayları önceden tespit ederek, peygamberlerin aldıkları kararlarda ve yürüttükleri stratejilerde onlara destek olmuş olma ihtimali vardır. Bütün bunlardan yola çıkarak, Hızır Aleyhisselam'ın devletlerin yıkılışı, kuruluşu gibi önemli olaylar esnasında da bulunması kuvvetle muhtemeldir. Nitekim Kuran'da -Hz. Süleyman yönetiminde olduğu gibi- peygamberlerin hamleler halinde yürüttükleri çok akılcı ve dikkat çekici stratejilerden örnekler vardır.
Hz. Hızır'ın yaptıkları, zahiren bakıldığında bir insanın tepki göstereceği türden olaylar gibi görünebilir. Ancak meydana gelen sonuçlar bu olayların hayırlı hizmet amacı taşıdığını göstermektedir. Hızır Aleyhisselam, uygulamalarıyla aslında hayat kurtarmakta, insanları zorluklardan korumakta ve adalet getirmektedir. Bu durum, Hz. Hızır hakkında anlatılan olayların ardındaki hikmetlerin, bizim bilip gördüklerimizden çok daha farklı olabileceğini, bunun için Allah'a güvenmek ve hiçbir şeyi zahirine göre değerlendirmemek gerektiğini gösteren önemli bir delildir. Allah, katından ledün ilmini verdiği elçileri vesilesiyle, bu önemli gerçeği bizlere hatırlatmaktadır.
Bu makale, Araştırma Dergisi 18. sayı (Nisan 2003) 26. sayfada yayınlanmıştır.
Hızır Aleyhisselam, Hz. Musa döneminde bulunan ve kimi alimlere göre peygamber olması kuvvetle muhtemel, hikmet ve ilim sahibi bir kişidir. Kuran-ı Kerim'de, Hızır isminden açıkça bahsedilmez. Ancak Kehf Suresi'nin 60 ve 82'inci ayetleri arasında yer alan Hz. Musa ile ilgili kıssada, "Katımız'dan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve Tarafımız'dan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kul..." (Kehf Suresi, 65) ifadesi yer alır. Bu kıssada bahsedilen şahsın, Peygamberimiz (sav)'den ulaşan sahih hadisler ile Hızır Aleyhisselam olduğu kabul edilmektedir. Hızır Aleyhisselam Allah'ın, "ledün ilmi" olarak bilinen özel bir ilimle desteklediği, Hz. Musa'yı eğitmekle görevlendirilmiş bir kimse olarak tanınır. Bu ilim "hakikat ilmi" olarak bilinir ve kamil iman sahibi bir kimsenin alameti sayılır.
Hz. Hızır'ın sahip olduğu ledün ilmine örnek olarak, Kuran'da Kehf Suresinde geçen kıssa verilebilir. Allah, bu kıssada Hz. Musa'nın Hızır Aleyhisselam olduğu tahmin edilen bilge bir kişi ile görüşmesini ve kendisi peygamber olduğu halde Hz. Hızır olarak bilinen ilim sahibi kişiye tabi olmasını bildirmektedir. Bu tabiyeti de, Hızır Aleyhisselam'ın özel bir ilme sahip olduğunu işaret etmektedir. Allah bu gerçeği Hz. Musa'nın kalbine ilham etmiş, ona bildirmiştir. (Kuşkusuz en doğrusunu Allah bilir.)
Ayrıca kıssada haber verildiği üzere, Hızır Aleyhisselam'ın yaptığı iyilikler için hiçbir karşılık beklememesi de tüm yaptıklarını Allah için yaptığının bir göstergesidir.
20. yüzyılın büyük İslam alimlerinden Bediüzzaman Said-i Nursi, Hızır Aleyhisselam ile ilgili soruları şöyle cevaplamaktadır:
"Birinci Sual: Hazret-i Hızır Aleyhisselam hayatta mıdır? Hayatta ise niçin bazı mühim ulema hayatını kabul etmiyorlar?
Elcevap: Hayattadır, fakat meratib-i hayat beştir. O, ikinci mertebededir. Bu sebebden bazı ulema hayatından şüphe etmişler.
Birinci Tabaka-i Hayat: Bizim hayatımızdır ki, çok kayıdlarla mukayyeddir.
İkinci Tabaka-i Hayat: ...Yani bir vakitte pek çok yerlerde bulunabilirler. Bizim gibi beşeriyet levazımatıyla daimi mukayyed (sınırlı, sonlu) değillerdir. Bazan istedikleri vakit bizim gibi yerler, içerler; fakat bizim gibi mecbur değillerdir... makamat-ı velayette bir makam vardır ki, "Makam-ı Hızır" tabir edilir. O makama gelen bir veli, Hızır'dan ders alır ve Hızır ile görüşür...
Günümüz Kuran tefsircilerinden Prof. Süleyman Ateş de bu konu hakkındaki görüşlerini şöyle bildirmektedir
"Hızır'ın bir gerçeği vardır... misal aleminde bulunan, zaman zaman bazı insanlara görünen ruhsal bir insandır."
Zamanda Dolaşma ve Zamansızlık Gerçeği
Birçok islam alimi Hz. Hızır'ın zaman içinde dolaştığı, farklı zamanlarda görüldüğü yönünde kanaat belirtmişlerdir. Bu düşünce, zamanın göreceliliği ile paralel bir durum göstermektedir.
Çünkü; Allah zamanı bir algı olarak yaratmıştır. Zaman dediğimiz algı, aslında bir anı bir başka anla kıyaslama yöntemidir. Bunu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz. Bir cisme vurduğumuzda bundan belirli bir ses çıkar. Aynı cisme beş dakika sonra vurduğumuzda yine bir ses çıkar. Kişi, birinci ses ile ikinci ses arasında bir süre olduğunu düşünür ve bu süreye "zaman" der. Oysa ikinci sesi duyduğu anda, birinci ses sadece zihnindeki bir hayalden ibarettir. Sadece hafızasında var olan bir bilgidir. Kişi, hafızasında olanı, yaşamakta olduğu anla kıyaslayarak zaman algısını elde eder. Eğer bu kıyas olmasa, zaman algısı da olmayacaktır.
Zaman, beyinde saklanan birtakım hayaller arasında kıyas yapılmasıyla var olmaktadır. Eğer bir insanın hafızası olmasa, beyni bu tür yorumlar yapamaz ve dolayısıyla zaman algısı da oluşmaz. Bir insanın "ben otuz yaşındayım" demesinin nedeni, beyninde söz konusu otuz yıla ait bazı bilgilerin biriktirilmiş olmasıdır. Eğer hafızası olmasa, ardında böyle bir zaman dilimi olduğunu düşünmeyecek, sadece yaşadığı tek bir "an" ile muhatap olacaktır ki bu nokta çok önemlidir.
Zamanın göreceliği, bilimsel yöntemle de ortaya konulmuş somut bir gerçektir. Einstein'ın Genel Görecelik Kuramı göstermektedir ki zamanın hızı, bir cismin hızına ve çekim merkezine olan uzaklığına göre değişmektedir. Hız arttıkça zaman kısalmakta, sıkışmakta; daha ağır daha yavaş işleyerek sanki "durma" noktasına yaklaşmaktadır. (Harun Yahya, Zamansızlık ve Kader Gerçeği, 2.b., İstanbul: Global Yayıncılık, Ekim 2001)
Zamanın göreceliliğini anlatan bu açıklamalar aynı zamanda Hz. Hızır'ın çeşitli zamanlarda gözükmesine de açıklık getirmektedir.
Ayrıca modern bilimin pek çok bulgusunun bize gösterdiği sonuç, zamanın mutlak bir gerçek değil, göreceli bir algı oluşudur. Ayrıca 20. yüzyıla dek bilimin farkında olmadığı bu gerçek, bundan 14 asır önce indirilmiş olan Kuran'da bildirilmiştir. Modern bilim tarafından doğrulanan zamanın psikolojik bir algı olduğu, yaşanan olaya, mekana ve şartlara göre farklı algılanabildiği gerçeğini pek çok Kuran ayetinde görmek mümkündür. Örneğin bir insanın bütün hayatı, Kuran'da bildirildiğine göre çok kısa bir süredir:
"Dedi ki: Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor." Dedi ki: "Yalnızca az (zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz." (Müminun Suresi, 112-114)
"...Gerçekten, senin Rabbinin Katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir." (Hac Suresi, 47)
Bu ayetler, zamanın izafiyetinin çok açık birer ifadesidir. Bilim tarafından 20. yüzyılda ulaşılan bu sonucun bundan 1400 yıl önce Kuran'da bildirilmiş olması ise, elbette, Kuran'ın zamanı ve mekanı tümüyle sarıp kuşatan Allah'ın vahyi olduğunun bir delilidir.
Hz. Hızır'ın Farklı Bir Yönü
Hz. Hızır hakkında İslam alimlerinin görüşlerinin yanında, önemli başka görevleri olabileceğine de dikkat çekilmektedir. Hızır kıssasından hemen önceki ayete baktığımızda oldukça önemli bir konunu haber verilmiş olduğunu görürüz. Hz. Hızır kıssasından hemen önceki Kehf Suresinin 59. ayeti şöyledir: "İşte ülkeler (ve onların halkları), zulmettikleri zaman onları yıkıma uğrattık; ve yıkımları için bir buluşma zamanı tesbit ettik." (Kehf Suresi, 59)
Ayette zulmeden kavimlerin yıkımlarına işaret edilmektedir. Hızır kıssasından hemen önce devletlerin yıkımlarına dikkat çekilmiş olması, Hızır Aleyhisselam'ın devletlerin yıkılış ve kuruluşları gibi önemli olaylarda hazır bulunduğuna işaret ediyor olabilir. Konu ile ilgili ayetlere ve İslam alimlerin açıklamalarına bakıldığında Hızır Aleyhisselam'ın çeşitli uygulamalarında, devletin geri planını temsil eden bir yönü olduğu anlaşılmaktadır. Örneğin Hızır kıssasında geçen Hızır Aleyhisselam'ın meydana gelecek bir fitnenin ortadan kaldırılmasına yönelik önlemler alması, insanların karşı atağını önceden bilmesi, uygulanacak tedbirler konusunda bilgi sahibi olması, bunları şaşırtıcı olmalarına rağmen uygulaması, onun idareci yönünü göstermektedir. Nitekim devlet yönetimindeki kişiler bazen ilk planda halkın anlamayacağı, ancak hikmeti açıklandığında kabul edilebilecek tedbirler alırlar.
Bunun yanı sıra Hızır Aleyhisselam'ın kıssasında açıklanan hareketleri örneğin, yıkılacak bir duvarı inşa etmesi ya da gemiyi delmek üzere hamle tespiti yapması da devlet idarecilerine has özelliklerdendir. Her olayda, sonraki hamleleri belirlemesi, bir satranç oyununda olduğu gibi strateji yürütmesi de bu önemli vasfını ortaya çıkarmaktadır.
Bu bakımdan Hızır Aleyhisselam, devlet idaresini insanlara öğreten mürşid konumunda olabilir. Hızır Aleyhisselam'ın olacak olan olayları önceden tespit ederek, peygamberlerin aldıkları kararlarda ve yürüttükleri stratejilerde onlara destek olmuş olma ihtimali vardır. Bütün bunlardan yola çıkarak, Hızır Aleyhisselam'ın devletlerin yıkılışı, kuruluşu gibi önemli olaylar esnasında da bulunması kuvvetle muhtemeldir. Nitekim Kuran'da -Hz. Süleyman yönetiminde olduğu gibi- peygamberlerin hamleler halinde yürüttükleri çok akılcı ve dikkat çekici stratejilerden örnekler vardır.
Hz. Hızır'ın yaptıkları, zahiren bakıldığında bir insanın tepki göstereceği türden olaylar gibi görünebilir. Ancak meydana gelen sonuçlar bu olayların hayırlı hizmet amacı taşıdığını göstermektedir. Hızır Aleyhisselam, uygulamalarıyla aslında hayat kurtarmakta, insanları zorluklardan korumakta ve adalet getirmektedir. Bu durum, Hz. Hızır hakkında anlatılan olayların ardındaki hikmetlerin, bizim bilip gördüklerimizden çok daha farklı olabileceğini, bunun için Allah'a güvenmek ve hiçbir şeyi zahirine göre değerlendirmemek gerektiğini gösteren önemli bir delildir. Allah, katından ledün ilmini verdiği elçileri vesilesiyle, bu önemli gerçeği bizlere hatırlatmaktadır.
Bu makale, Araştırma Dergisi 18. sayı (Nisan 2003) 26. sayfada yayınlanmıştır.
Hz. Mehdi (a.s.), Hz. Hızır Gibi İlimlere ve Hikmete Sahip Olacaktır
ADNAN OKTAR: “Allah’ın en üstün akıl sahibi olduğuna imanımız olduğu gibi.” Mehdi için, “onun tüm işlerinin de hikmetli olduğundan kesinlikle emin olmalıyız.” Yani Mehdi’nin bütün işleri hikmetlidir diyor. “Detayında gizlenen hikmetin farkında olmasak bile böyle yapmalıyız.” Yani detayında da hikmetler vardır diyor, siz bilemezsiniz diyor, ona sadece uymanız gerekir diyor. “Hikmetinin nedeni Hızır Peygamber Hazretleri’nin gemiye hasar vermesi, duvarın inşa edilmesi gibi yaptığı işlerin arasındaki hikmetler gibi ortaya çıkmasının ardından anlaşılacaktır.” Yani olayın tahakkukundan sonra hikmeti anlaşılır diyor. Aynı Hızır (a.s.) gibidir. “Zahirine bakıp Mehdi’den şüpheye düşmeyin diyor,” inşaAllah. “Hz. Musa (a.s.) Hazretleri’ne onunla yolları ayrılana dek aşikar olmamıştır.” Yani kendini açıkça belli etmemiştir diyor. “Ey Fazlın oğlu, bu Allah’ın bir işidir. Bu gaybetin sırrı ve hikmeti, Allah’ın sırlarından ve hikmetlerinden biridir.” Yani Mehdi’nin gaybeti. Biliyorsunuz Hz. Musa sabredemedi mübarek. Üç kere böyle bir konu oldu. Hz. Hızır dedi ki; “benim yaptıklarıma, uygulamalarıma sen sabredemezsin,” dedi başlangıçta. “Yok” dedi o, “beni sabreden bulacaksın inşaAllah, hiçbir işinde sana müdahale etmeyeceğim” dedi. Yani karşı görüş bildirmeyeceğim dedi. Ama Hızır da dedi ki; “eğer ben bir şey yaptığımda sabredersen ve hikmetini ben açıklayıncaya kadar sormazsan seninle devam edeceğim” dedi. “Ama aksi olursa devam etmeyeceğim” dedi. Gitti bir gemiyi, alt tahtalarını kırdı ve gemiyi batırdı. Gemi dipte denize oturdu. Yani sahilde –ki muhtemelen İstanbul’da oldu bu olay. Yani çünkü karşı tarafta diyor. Bu taraf o zaman, Anadolu tarafında onlar, benim anladığım, karşı tarafta diyor zalim bir kral vardı diyor. Böyle daha ileri yerlerde, daha ileri bölgelerde, o devirde. Her sağlam gemiyi ele geçiriyor diyor. Onun için diyor ben bunu kasten böyle hasta, sakat gösterttim ki bu fakirlerin gemisini ele geçirmesinler diye diyor. Mesela Hz. Musa’nın itiraz ettiği konulardan birisi bu. Mesela duvar yapıyor, duvarcı ustasıdır aynı zamanda Hızır (a.s). Çok güzel duvar yapar inşaAllah. Niye para almadan yaptın diyor. O duvarın altında diyor, iki yetime ait diyor, hazineler vardı diyor. Biz istedik ki diyor, onlar yetişkin çağına gelinceye kadar kimse onlara dokunmasın, ama onlar yetişkinlik çağına gelince o malları alsınlar diyor. Tabii burada o iki yetimden kasıt aynı zamanda Mehdi ve Hz. İsa’ya işarettir inşaAllah. Yeryüzündeki hazineleri çıkaracaklarını işaret ediyor Kuran. Bir şeyi odur. Üçüncü işareti de Hızır’ın Mehdi’ye yardımcı olacağı. Görünmedik şekilde Hızır’a yardımcı olacaktır ve Hz. İsa (a.s)’a da yardımcı olacaktır. Hadis bunlara da bakıyor inşaAllah.
SUNUCU: Selamünaleyküm Hocam peygamberimizin Sünneni İbn-i Mace’de geçen bir hadisinde Hz. Mehdi bizden ehl-i Beyt’tendir Allah onu Mehdi’yi, bir gecede ıslah eder diye buyurmuştur. Sayın Hocam Hz. Mehdi’nin sahip olacağı ilimleri ve hikmeti hakkında bilgi verebilir misiniz? Kenan Orhun sormuş.
ADNAN OKTAR:Aleykümselam. Mehdi çok keskin ve kıvrak bir zekaya sahip olacaktır. Çok derin bir akla sahip olacaktır. Ledün ilmine sahip olacaktır, insanların bilmediği bir özelliği daha olacaktır yani gizli bir yönü gizli bir ilmi olacaktır. İnsanların bilmediği bir yönü olacaktır. Zaten bu nedenle de isminin verilmemesinin nedenlerinin birinde de bu olduğuna dair bir rivayet var. Yani insanlardan kimsenin bilmediği bir ilme yönlendirilecek. Ayrıca Hz. Hızır gibidir Mehdi, yani olayların girift tarafını hemen kavrar, Allah ona ilham eder, o da ona göre hareket eder, ama zahirinde bunu anlamak mümkün değil. Çünkü insanların büyük bir bölümü Mehdi’ye karşı tavır alacaklar ve o yüzden de talebelerinin sayısı 313 kişi oluyor. Çok az bakın yüz milyonlarca, milyarlarca dünya değil mi ne kadar var Müslümanların nüfusu?
OKTAR BABUNA: Bir buçuk milyar.
ADNAN OKTAR: Bir buçuk milyar bakın bir buçuk milyar Müslüman içinde 313 kişi onu fark ediyor. Ve yıllarca 313 kişi ile faaliyet yapacak Mehdi, bir buçuk milyar İslam alemi Mehdi’nin farkına varmayacak. Peygamberimiz söylüyor bunu diyecek ya bırakın diyecekler onu, çok yanlış yolda adam ben biliyorum diyecekler o hatalıdır. İşte hatta Medine’deki alim diyor İstanbul’daki bir münafık onu doğrudan dinsizlikle itham edecek diyor hadiste, bu bizim dinimizi kaldırdı diyecek halkı böyle galeyana getirmeyi çalışacak halkı dinimizi yok etti şeriatı izale etti bu diyecek. Ahir zaman’ın o yobazı değil mi? Medine’de olay diyor peygamberimiz (s.av) soruyorlar hangi Medine ya Resullullah diyorlar. İstanbul’dur diyor Konstantiniyye’dir diyor. Çünkü Medine demek şehir demektir. İzmir de, Ankara da, Londra da hepsi Medine’dir, şehirdir. İsim bildirildiğinde hangi Medine olduğu anlaşılır herhangi bir Medine değil.
Mehdi (a,s.) da Ledün İlminin Üstadıdır
ADNAN OKTAR: Mesela Hz. İbrahim (as)’ın, yıldızlara bakması bir ledün ilmidir. Yıldızlara inandığından bakmıyor o, nücüm ilmine inandığından değil, bu tarot, fal okları yahut ona benzer bir inancı olduğundan değil. Dolayısıyla burçlara yönelik böyle insanlara etki ettiğine dair inançları vardır. Mesela şu burçtaki insanla, şu zamanda, şu olur diye inanırlar. Veya yıldızlara bakar, adam hakkında kanaat bildirirler, “senin başına şu hastalıklar gelecek, şunlarla karşılaşacaksın” gibisinden. Hz. İbrahim (as) da bakıp, arkasından “ben hastayım” demiştir. Ne hastaydı, ne de o yıldızlara inanıyordu. Ama o bir yöntemdi. Ledün ilminin bir gereğidir bu. Oradaki cahil toplumu başından savmak için öyle bir yöntem kullandı. Baktı, “yıldızlardan ben bilgi aldım” dedi. “Bu yıldızlara göre ben hastayım şu an. Dolayısıyla benim hastalığım da tehlikeli, ona göre” dedi ve etrafından kaçıp gittiler, dağıldılar insanlar.
Bakın, insanların yanında durmaması için özel bir ilim uyguladı. Bu ledün ilmidir. Yani zahirinde garip görünen, yanlış görünen ama batınında hak olan bir uygulama yaptı. Bakın üç ayrı uygulama var. Bir, yıldızlara bakması yani normalde öyle bir şey olmaz, yani yıldızlardan bir bilgi alınmaz, insan kişiliğiyle ilgili. İkincisi, “ben hastayım” demesi, bu da bir yöntemdir. Üçüncüsü, etrafından insanların gitmesini istiyordu ve bunu elde etti. Bu mesela bir ledün ilmidir.
İlm-i batın, Hızır (as)’da bu var. Hızır Kıssası’nda uzun uzun anlatılır. Mehdi (as) da ledün ilminin üstadıdır. Yani Hz. Hızır (as)’dan manevi alemde ders almıştır, manevi alemde. İnsan bazen mesela vahiy alır, bazen değil mesela sık sık vahiy alır fakat bilmez. Mesela insanın vicdanı sürekli vahiy almasıyla hareket eder. Mesela doğru karar vermek, vicdanını hareket ettirmek vahiyle olur. Şeytan da insana anormal şeyleri vahyeder. Kimi insan çıkarına uygun olduğu için şeytanın vahyine uyar, Allah’ın vahyine uymaz, yani vicdanına uymaz. Onlara da vicdansız derler. Halk arasında biliyorsunuz, vicdansız, belli olur, vicdansız. Üslubundan, konuşmasından hep böyle, kalleş, kahpe ve oyuncu olur, harcar insanları, çıkarı için, menfaati için gözü karadır, kalleştir. Ama dürüst bir insan Allah’ın vahyine uyar ve kendi menfaatine zıt da olsa hakkı savunur, doğruyu savunur. Korkmaz.
Kuran’da birçok yerde vardır yine ledün ilmi. Mehdi (as)’ın uygulayacağı ledün ilmi de hadis-i şeriflerde bildirilmiştir. Hatta özel bir yönü vardır, özel bir ismi de vardır, nasıl uygulayacağı da belirtilmiştir hadislerde Mehdi (as)’ın ledün ilminin, yani batın ilminin. O batın ilmin sebebi de, talebelerinin sayısı mesela 313 kişi oluyor. Bu bir ledün ilmidir. Yani az sayıda talebe oluşması etrafında. Tavırlarında ve üslubunda yine ledün ilmi vardır. Ama insanlar bunun farkına varmazlar. Yani haktır söylediği ama dışarıda insanlar için bu anormaldir, yanlıştır. Ama Hz. Hızır (as)’daki gibi sorulduğunda, yani eğer o gerektiğinde anlatırsa, “hakikaten doğruymuş yaptığın” derler. Mesela biz Mehdi (as)’a soracağız inşaAllah. “Efendim” diyeceğiz, “siz bazı uygulamalar yaptınız, yani haddimize değil ama bu bizi şaşırtmıştı. Bunun hikmeti nedir?” diyeceğiz. Hatta o biz demeden der, diyecektir. “Ben şunları şunları şu sebeple yaptım” diyecektir Hızır (as) gibi. Mesela, “şunu şu sebepten, şunu şu sebepten, şunu şu sebepten”. “Hay maşaAllah” diyeceğiz. Değil mi? “Sana o ilmi veren Allah’a kurban olayım” diyeceğiz inşaAllah. İlm-i batın, ledün ilmi. Ledün ilmi Mehdi (as)’ın zırhıdır inşaAllah.
Ve Kuran’da gizli ledün ilmine ait çok fazla örnek vardır. Benim verdiğim sadece bir tanesi bu. Hz. Yusuf (as)’da vardır mesela Yusuf Kıssası’nda vardır ledün ilmine ait uygulamalar. Ama ledün ilmi de çok da fazla anlatılmaz. Yani ben de o yüzden fazla anlatmıyorum. Hızır (as) bile üç tane örnek vermiştir Hz. Musa (as)’a, çok da fazla vermemiştir örnek. Yani çünkü ferasetle bakanın, derin düşünenin görmesi içindir ledün ilmi. Yani böyle yoz bakanın görmesi için ledün ilmi anlatılmaz. Onun için az örnek daha iyidir. Yani o az örneğin içinde bulunması daha güzel olur. Çok örnek, ledün ilminin sınırını aşar. Mesela Hz. Musa (as)’a üç örnekten sonra “tamam” dedi Hz. Hızır (as). “Bundan sonra sana bilgi yok” dedi. “İkimizin arasındaki görüşme şu andan itibaren bitmiştir” dedi. Ama hepsini acayip karşıladı biliyorsunuz Hz. Musa (as), hiçbirini makul görmedi yaptıklarının, üç uygulamasının üçünü de garip karşıladı. Halbuki üçü de doğruydu yaptıklarının ama bakın en sonunda açıklıyor. İşte Hz. Mehdi (as) da en sonunda açıklayacaktır neyi neden yaptığını, neyi nereden yaptığını. O da müthiş bir sevgiye ve Allah’ın ilmini görmekten kaynaklanan müthiş bir heyecana sebep olacaktır inşaAllah.
Ledün ilminin bilinmesi için Kuran’ın üzerine böyle eğilip, saatlerce düşünülmesi gerekir. Mesela, bütün Rabbani bilginler, eski devirlerde de mesela, Hz. İbrahim (as) devrinde de Tevrat’ı inceleyen o zaman ki Müslümanlar, Hz. Musa (as) devrindeki Müslümanlar da öyle. Değil mi? Hatta ayakta onlar, onların dua örtüleri var, üzerlerine örtüyorlar. Tevrat’ı böyle uzun uzun okur ve incelerler, oradaki sembolleri çözerler, oradaki izahları çözerler. Kuran üzerine sürekli araştırma yapanların aklı müthiş gelişir, onu söyleyeyim. Akıl gelişsin diye Kuran okunmaz ama ibadet olarak Kuran’ı okuyanları ve oradaki Kuran’daki sembolleri ve derinlikleri çözenlerin aklı müthiş gelişir bir nimet olarak, onu belirteyim. Kuran’ın şifa olma yönünde, işte bir yönü de budur. Beyne gıdadır Kuran. Müthiş bir perspektif, muazzam bir derinlik ve muazzam bir aklın gelişmesine sebep olur Kuran ama imansız da tabii “ben Kuran okuyayım da benim aklımı açsın” derse tabii, onun aklı da gider onu söyleyeyim, yani bela olarak.
Hz. Mehdi (a.s.)'nin Ledün İlmi
Sayın Adnan Oktar’ın 13 Şubat 2010 Tarihli Gaziantep Olay TV Röportajından
ADNAN OKTAR: ... Çünkü bir dünya hakimiyetinden, bakın önce küçük bir genç grubu var. Mehdiyet böyle başlamıyor mu? Ailelerinden ayrılıyorlar. Kendi aralarındalar. Bir mekanda toplanıyorlar. Bütün imkanlarını bir araya getiriyorlar. Ve o devirde onların aleyhinde muazzam bir sistem var. Toplumun baskı yaptığı, dışladığı insanlar bunlar. Ve mağarada belli bir süre kalıyorlar. Sonra Hızır (a.s.) ile buluşma var, iki denizin birleştiği yer. Neresi? İstanbul. Ebcedi de zaten tam aynı. Burada Hızır (a.s.) kıssasında anlatılmak istenen şu; Mehdi (a.s.)’nin her yaptığını biz pek anlayamayız. Gariptir Mehdi (a.s.). Bunu kim diyor? Bediüzzaman diyor. “Acip şahıs” diyor, “Ahir zamanın acip şahsı”. Mesela halkın tepkisini çekecek sistemi kendi eliyle özel hazırlayacak mesela Mehdi (a.s.). Bir ledün ilmidir bu. Yani insanların tepkisini çekecek şeyi özel kendi eliyle hazırlar. Bunu kimde görüyoruz? Hz. İbrahim (a.s.)’de görüyoruz. Diyor ki: “Ben hastayım” İbrahim (a.s.). Herkes kaçışıyor. Kendi eliyle böyle bir ortam meydana getiriyor. Ve insanlar kaçışıyorlar ondan. Bu, ledün ilmidir. Mesela Hz. Yusuf (a.s.), kardeşlerinin yükünün içerisine tası gizliyor. Ve sonra da yakalattırıyor. Bu da ledün ilmidir.
Müslüman, zehir üstü zehir akla sahiptir. Yani öyle tahmin, tahayyül edebileceğin gibi değildir gerçek Müslüman. Zehirdir aklı adeta küfür için. Mesela bak, İbrahim (a.s.), Seyyidine Hz. İbrahim (a.s.), her yer put dolu, teker teker bir operasyonla hepsini yıkıyor. Baltayla paramparça ediyor tahta putları. En büyük putunu deliyor, ipi bağlıyor baltaya, boynuna asıyor. Akıl almaz bir cesaret. Akıl almaz demeyeyim. Akıl alır bir cesaret. Yiğit. Büyük puta dokunmuyor. Bu, ilm-i ledündür. Put işte alenen put, dokunmuyor ona. Hatta diyor ki: “Onun öyle bir gücü var ki o kırdı bunları” diyor. “Öyle bir gücü var” diyor. Adamları böyle çatla matla bırakıyor yani. Acayip sıkışıyorlar. Bu, bir ledün ilmidir. Hızır (a.s.)’da da var.
Hızır (a.s)’dakine Hz. Musa (a.s.) tahammül edemiyor, Ululazim Peygamber olduğu halde. Tembihliyor Cenab-ı Allah önceden bildiriyor, zaten Hızır (a.s.) da söylüyor. “Benim bu yaptıklarıma sen tahammül edemezsin” diyor. “Ve itiraz edeceksin sen” diyor. “Çünkü özünü kavrayamadığın için itiraz edeceksin” diyor. Ama “İtiraz edersen ben seninle devam etmem” diyor. Yemin ediyor; ben sana itaat edeceğim diye. “Hiçbir şekilde itiraz etmeyeceğim” diyor. Daha ilk uygulamada hemen itiraz, Hızır (a.s)’a. Hızır (a.s.)’ın burada yaptığı ne? İlm-i batındır, ledün ilmi. Dışarıdan anlaşılmaz. Onun için Bediüzzaman acip şahıs diyor ahir zamanda Mehdi (a.s.)’ye.
Birçok kişi uzaklaşacaktır Mehdi (a.s.)’den. Acayip üzeri acayiptir. İnşaAllah. Birçok it kopuk takımı, yobaz takımı da Mehdi (a.s.)’ye tavır alacaktır. Yani kader-i ilahi ile, Allah’ın onları mecbur etmesi ile bunu yapacaktır ve hayır vardır. Sonra dünya hakimiyetine geçiyor Kuran’da, Hızır (a.s.) kıssasında gene. Ben mesela Yusuf Suresi’nde de bu delilleri çok kapsamlı gördüm. Mesela diyor ki: “Başımın üstünde ekmek taşıyorken gördüm” diyor. Şimdi başının üstünde ekmek taşıyan birisi, şimdi bir olay bu. Bunu ileride açıklayacağız, bir. Sen diyor "efendine şarap içireceksin", şarap içireceksin. Şimdi burada da bir şahıstan bahsediliyor, bir olay daha var. Yani Kuran bunu hiçbir şekilde boş olarak anlatmaz. Yani hani öyle konu olsun diye anlatmaz Cenab-ı Allah. Mutlaka bir amacı vardır. Şarap içiren bir şahıs. Mesela yedi zayıf inek var, yedi tane de besili inek var. Ama diğer inekler onları yiyor. Bunda da iki ayrı anlam var, iki derin anlam var. Bir tanesi de ilmi anlamdır, şu anki ineklerin yeminde öküz kemiği ve öküz kanı kullanılıyor ve öküz eti yiyor, öküzler. Yani Kuran’ın işareti aynen oluşmuştur. Öküz etiyle besleniyorlar değil mi? Yemleri onlardan oluşuyor. Kan ve kemikten oluşuyor birçoğu ağırlık olarak.
Mesela Hz. Yusuf (a.s.)’ın tahta çıkması. Demek ki Cenab-ı Allah Hz. Mehdi(a.s.) için de bir taht murat etmiş, bunu anlıyoruz. Çünkü taht insanların beğendiği bir şeydir. Bir makamın gereğidir taht. Yani o bir süs, insanların ruhunda bir güzelliktir. İnsanların ruhunda var, bilinçaltında var. Yani lideri tahtta görmek ister anlaşıldı mı? Mesela bak Hz. Yusuf (a.s.) tahtın meraklısı değil. Ne yapıyor? Annesini, babasını çıkarıyor, tahtın üzerine oturtuyor. Demek ki böyle bir makama gelen bir insan halkına, milletine karşı coşkun bir sevgi duyacak, onları alıp tahta oturtturacak değil mi? Mesela bak Hz. Süleyman (a.s.) kıssasında da; onu diyor tahtının üstünde, tahtının üstüne bir ceset bıraktık, sonra o döndü. Şimdi bak bu mutlaka olacak olan bir olaydan bahsediliyordur. Bir şey var burada. Taht gene Mehdiyete bakar. Yani her iki yerde de taht Mehdiyete bakar.
Bir an, bir an, belki de, bak belki de diyorum Allahualem Hz. Mehdi’yi (a.s.) şehitler bir kucaklayacak, geri gelecek. Bir tebrik edecekler, geri gelecek. Kuran’da biz bu işareti de görüyoruz inşaAllah. Yani bir an olarak, bir an. Çünkü onlar da merak ediyorlar, bekliyorlar, şehitler Hz. Mehdi (a.s.)’ı. Bir tebrik edecekler, bir sarılacaklar bağırlarına basacaklar, geri dönecek inşaAllah. Bak diyor ki; tahtın üstüne bir ceset bıraktık, sonra o döndü.
OKTAR BABUNA: Döndü diyor evet.
ADNAN OKTAR: Burada bir işaret var. İllaki nasiplenecekler şehitler de yani o sevgiden, o coşkudan. Çünkü onların da hakkı var. Çünkü Mehdiyet çok büyük bir olaydır. Onların bunu görmemesi diye bir konu olmaz. Resulullah (s.a.v.) da görecek. Bediüzzaman da diyor; ben bizzat kendim Allah’a şükredeceğim, ben seyredeceğim diyor. Kabrimden seyredeceğim ve şükredeceğim diyor. Demek ki bütün evliyaullaha seyrettirilecek inşaAllah. Bütün Peygamberan seyredecek, şehitler de inşaAllah tebrik edecekler inşaAllah Hz. Mehdi (a.s.)’ı. Ve geri döndü diyor, belki diyorum inşaAllah. Onun için Kuran’ın içi tahmin, tahayyül edemediği insanların, sırlarla doludur. Acayip şaşıracaksınız, şaşıracaklar.
Bakın geçende de dedim; anlattıklarım ve anlatmadıklarım. Anlatmadıklarım yüzse bak abartmıyorum anlattıklarım birdir yani inşaAllah. Zamanı gelince anlatabilirim. Zamanı gelmeden anlatırsam bir şeyi yok ki yani bağlantı çıkmaz. Çünkü biz hadisleri anlatıyoruz ama olmuş olduğu için; bak oldu bu da aynısı diyoruz. Değil mi?
SUNUCU 2: Yine iftiraya maruz kalabilirsiniz anlatırsanız.
ADNAN OKTAR: Tabii, olmaz inşaAllah. Olduğunda söyleriz inşaAllah.
ADNAN OKTAR: ... Çünkü bir dünya hakimiyetinden, bakın önce küçük bir genç grubu var. Mehdiyet böyle başlamıyor mu? Ailelerinden ayrılıyorlar. Kendi aralarındalar. Bir mekanda toplanıyorlar. Bütün imkanlarını bir araya getiriyorlar. Ve o devirde onların aleyhinde muazzam bir sistem var. Toplumun baskı yaptığı, dışladığı insanlar bunlar. Ve mağarada belli bir süre kalıyorlar. Sonra Hızır (a.s.) ile buluşma var, iki denizin birleştiği yer. Neresi? İstanbul. Ebcedi de zaten tam aynı. Burada Hızır (a.s.) kıssasında anlatılmak istenen şu; Mehdi (a.s.)’nin her yaptığını biz pek anlayamayız. Gariptir Mehdi (a.s.). Bunu kim diyor? Bediüzzaman diyor. “Acip şahıs” diyor, “Ahir zamanın acip şahsı”. Mesela halkın tepkisini çekecek sistemi kendi eliyle özel hazırlayacak mesela Mehdi (a.s.). Bir ledün ilmidir bu. Yani insanların tepkisini çekecek şeyi özel kendi eliyle hazırlar. Bunu kimde görüyoruz? Hz. İbrahim (a.s.)’de görüyoruz. Diyor ki: “Ben hastayım” İbrahim (a.s.). Herkes kaçışıyor. Kendi eliyle böyle bir ortam meydana getiriyor. Ve insanlar kaçışıyorlar ondan. Bu, ledün ilmidir. Mesela Hz. Yusuf (a.s.), kardeşlerinin yükünün içerisine tası gizliyor. Ve sonra da yakalattırıyor. Bu da ledün ilmidir.
Müslüman, zehir üstü zehir akla sahiptir. Yani öyle tahmin, tahayyül edebileceğin gibi değildir gerçek Müslüman. Zehirdir aklı adeta küfür için. Mesela bak, İbrahim (a.s.), Seyyidine Hz. İbrahim (a.s.), her yer put dolu, teker teker bir operasyonla hepsini yıkıyor. Baltayla paramparça ediyor tahta putları. En büyük putunu deliyor, ipi bağlıyor baltaya, boynuna asıyor. Akıl almaz bir cesaret. Akıl almaz demeyeyim. Akıl alır bir cesaret. Yiğit. Büyük puta dokunmuyor. Bu, ilm-i ledündür. Put işte alenen put, dokunmuyor ona. Hatta diyor ki: “Onun öyle bir gücü var ki o kırdı bunları” diyor. “Öyle bir gücü var” diyor. Adamları böyle çatla matla bırakıyor yani. Acayip sıkışıyorlar. Bu, bir ledün ilmidir. Hızır (a.s.)’da da var.
Hızır (a.s)’dakine Hz. Musa (a.s.) tahammül edemiyor, Ululazim Peygamber olduğu halde. Tembihliyor Cenab-ı Allah önceden bildiriyor, zaten Hızır (a.s.) da söylüyor. “Benim bu yaptıklarıma sen tahammül edemezsin” diyor. “Ve itiraz edeceksin sen” diyor. “Çünkü özünü kavrayamadığın için itiraz edeceksin” diyor. Ama “İtiraz edersen ben seninle devam etmem” diyor. Yemin ediyor; ben sana itaat edeceğim diye. “Hiçbir şekilde itiraz etmeyeceğim” diyor. Daha ilk uygulamada hemen itiraz, Hızır (a.s)’a. Hızır (a.s.)’ın burada yaptığı ne? İlm-i batındır, ledün ilmi. Dışarıdan anlaşılmaz. Onun için Bediüzzaman acip şahıs diyor ahir zamanda Mehdi (a.s.)’ye.
Birçok kişi uzaklaşacaktır Mehdi (a.s.)’den. Acayip üzeri acayiptir. İnşaAllah. Birçok it kopuk takımı, yobaz takımı da Mehdi (a.s.)’ye tavır alacaktır. Yani kader-i ilahi ile, Allah’ın onları mecbur etmesi ile bunu yapacaktır ve hayır vardır. Sonra dünya hakimiyetine geçiyor Kuran’da, Hızır (a.s.) kıssasında gene. Ben mesela Yusuf Suresi’nde de bu delilleri çok kapsamlı gördüm. Mesela diyor ki: “Başımın üstünde ekmek taşıyorken gördüm” diyor. Şimdi başının üstünde ekmek taşıyan birisi, şimdi bir olay bu. Bunu ileride açıklayacağız, bir. Sen diyor "efendine şarap içireceksin", şarap içireceksin. Şimdi burada da bir şahıstan bahsediliyor, bir olay daha var. Yani Kuran bunu hiçbir şekilde boş olarak anlatmaz. Yani hani öyle konu olsun diye anlatmaz Cenab-ı Allah. Mutlaka bir amacı vardır. Şarap içiren bir şahıs. Mesela yedi zayıf inek var, yedi tane de besili inek var. Ama diğer inekler onları yiyor. Bunda da iki ayrı anlam var, iki derin anlam var. Bir tanesi de ilmi anlamdır, şu anki ineklerin yeminde öküz kemiği ve öküz kanı kullanılıyor ve öküz eti yiyor, öküzler. Yani Kuran’ın işareti aynen oluşmuştur. Öküz etiyle besleniyorlar değil mi? Yemleri onlardan oluşuyor. Kan ve kemikten oluşuyor birçoğu ağırlık olarak.
Mesela Hz. Yusuf (a.s.)’ın tahta çıkması. Demek ki Cenab-ı Allah Hz. Mehdi(a.s.) için de bir taht murat etmiş, bunu anlıyoruz. Çünkü taht insanların beğendiği bir şeydir. Bir makamın gereğidir taht. Yani o bir süs, insanların ruhunda bir güzelliktir. İnsanların ruhunda var, bilinçaltında var. Yani lideri tahtta görmek ister anlaşıldı mı? Mesela bak Hz. Yusuf (a.s.) tahtın meraklısı değil. Ne yapıyor? Annesini, babasını çıkarıyor, tahtın üzerine oturtuyor. Demek ki böyle bir makama gelen bir insan halkına, milletine karşı coşkun bir sevgi duyacak, onları alıp tahta oturtturacak değil mi? Mesela bak Hz. Süleyman (a.s.) kıssasında da; onu diyor tahtının üstünde, tahtının üstüne bir ceset bıraktık, sonra o döndü. Şimdi bak bu mutlaka olacak olan bir olaydan bahsediliyordur. Bir şey var burada. Taht gene Mehdiyete bakar. Yani her iki yerde de taht Mehdiyete bakar.
Bir an, bir an, belki de, bak belki de diyorum Allahualem Hz. Mehdi’yi (a.s.) şehitler bir kucaklayacak, geri gelecek. Bir tebrik edecekler, geri gelecek. Kuran’da biz bu işareti de görüyoruz inşaAllah. Yani bir an olarak, bir an. Çünkü onlar da merak ediyorlar, bekliyorlar, şehitler Hz. Mehdi (a.s.)’ı. Bir tebrik edecekler, bir sarılacaklar bağırlarına basacaklar, geri dönecek inşaAllah. Bak diyor ki; tahtın üstüne bir ceset bıraktık, sonra o döndü.
OKTAR BABUNA: Döndü diyor evet.
ADNAN OKTAR: Burada bir işaret var. İllaki nasiplenecekler şehitler de yani o sevgiden, o coşkudan. Çünkü onların da hakkı var. Çünkü Mehdiyet çok büyük bir olaydır. Onların bunu görmemesi diye bir konu olmaz. Resulullah (s.a.v.) da görecek. Bediüzzaman da diyor; ben bizzat kendim Allah’a şükredeceğim, ben seyredeceğim diyor. Kabrimden seyredeceğim ve şükredeceğim diyor. Demek ki bütün evliyaullaha seyrettirilecek inşaAllah. Bütün Peygamberan seyredecek, şehitler de inşaAllah tebrik edecekler inşaAllah Hz. Mehdi (a.s.)’ı. Ve geri döndü diyor, belki diyorum inşaAllah. Onun için Kuran’ın içi tahmin, tahayyül edemediği insanların, sırlarla doludur. Acayip şaşıracaksınız, şaşıracaklar.
Bakın geçende de dedim; anlattıklarım ve anlatmadıklarım. Anlatmadıklarım yüzse bak abartmıyorum anlattıklarım birdir yani inşaAllah. Zamanı gelince anlatabilirim. Zamanı gelmeden anlatırsam bir şeyi yok ki yani bağlantı çıkmaz. Çünkü biz hadisleri anlatıyoruz ama olmuş olduğu için; bak oldu bu da aynısı diyoruz. Değil mi?
SUNUCU 2: Yine iftiraya maruz kalabilirsiniz anlatırsanız.
ADNAN OKTAR: Tabii, olmaz inşaAllah. Olduğunda söyleriz inşaAllah.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)